Vazgeçmek Üzerine

İnsanlar, normal şartlar altında, bir şeyi bıraktıklarını veya bir şeyden vazgeçtiklerini söylerken genellikle sigaradan, alkolden, çikolatadan ya da günlük hayatın diğer anestezik hazlarından söz ederler; topyekûn hayatı bırakmaktan, intihar etmekten bahsetmezler (insanlar sadece kendilerine zarar verdiği düşünülen alışkanlıkları bırakmak isteme eğilimindedir öte yandan). Belli şeylerden vazgeçmek yararımıza olabilir, ama birinin her şeyden öylece vazgeçmesi fikri hiçbir zaman cazip değildir. Herkesin içmesine ihtiyaç duyan alkolikler gibi, hayatın yaşamaya değer olduğu ve yaşamaya değer olmak zorunda olduğu (düpedüz kutsal da sayılıyor olabilir tabii) yönünde kati bir kültürel mutabakat var. Mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, fedakarlıklar iyi ya da kötü olabilir ve hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğu her zaman peşinen belli değildir. Bir hayranlık duyduğumuz ve heveslendiğimiz vazgeçmek var, bir de bizi derinden tedirgin eden vazgeçmek. Gerçek umut ve gerçek umutsuzluk neyden feragat etmemizi gerektirir mesela, bir şeyden vazgeçerken yaptığımız şeyin ne olduğunu hayal ediyoruz tam olarak? Öyleyse, diyelim ki, bu kitap basit bir fikrin, temel ve geniş kapsamlı muğlaklığıyla ilgili. Değişebileceğimize inandığımız zaman bir şeylerden vazgeçiyoruz, değişemeyeceğimize inandığımız zamansa hepten vazgeçiyoruz.

Yeni düşüncelerin tamamı, tıpkı eski düşüncelerin tamamı gibi, feda etmekle, istediğimiz hayatları elde edebilmek için nelerden vazgeçmemiz gerektiğiyle ilgili. Günümüzde sağlığımız için, gezegenimiz için, duygusal ve ahlaki esenliğimiz için ve tabii zenginlerin kâr etmesi için birçok şeyden vazgeçmemiz isteniyor. Ama bu iyileştirici fedakarlıklar cümbüşünün yanı sıra veya belki de altında bir umutsuzluk ve yalnızca bırakıp gitmek istemenin dehşeti de var. Hayatın mücadele etmeye değmeyebileceği hissiyatını uzak tutma ihtiyacı var, öyle bir mücadele ki bu; dinlerin, terapilerin, eğitimin, eğlencenin, metaların ve genel olarak sanatın amacı bize bu cephede yardımcı olmak. Görünen o ki, günümüzde giderek daha çok insan hayatına nefretleriyle, peşin hükümleriyle ve kendilerine buldukları günah keçileriyle devam edebiliyor aslında. Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü Üstüne’deki ifadesiyle “hiçliği istemeye, yaşama karşısında gönülsüzlüğe, yaşamın en temel koşullarına başkaldırmaya” her zamankinden daha çok teşneyiz sanki.

Siyasi ve şahsi ilişkilerde yaşadığımız daimi hayal kırıklığı, ifade özgürlüğü dediğimiz şeye yönelik talep ve bundan duyulan korku, uzlaşı korkusu ve özlemi ve muhtelif fundamentalizmlerin getirdiği zoraki uzlaşılar, kültürel alanda yılgınlık ve haklı bir öfkeden müteşekkil bir kültürel iklim yarattı. Canlılığımıza ilişkin çelişkili duygularımız, ne kadar geçici olursa olsun, canlılığın bizi ayakta tuttuğu hissi dayanılmaz bir gerilim halini aldı ve çözülmesi gerekiyor. Dolayısıyla, hayatlarımızı fedakarlık ve gizli ortağı taviz fikrine başvurmadan hayal ya da tarif etmeyi hâlâ beceremesek de fedakarlık yaparak ne elde etmek istediğimiz ve ne elde edebileceğimiz meselesi daha da belirsiz; hem istediklerimiz hem istediğimizi bilmediklerimiz söz konusu burada. Şahsi ve siyasi ideallerin formülleri ya fazla kendinden emin ya da fazla kararsız bir hal aldı. Fedakarlık mefhumu ne istediğimizi bilmemize dayanıyor oysa.

Vazgeçmek, daima, bir şeyi daha iyi addedilen bir şey uğruna feda etmektir. Ne zaman bir şey yapmak istesek, ne zaman bir seçim yapsak, kaçınılmaz soru şudur: Vazgeçmek zorunda olduğumuz şey nedir? Seçim, tanımı gereği, dışlayıcıdır ve tercih bildirir. Demek ki işin içinde hayali bir takas vardır; karşılığında bir şey verileceği düşüncesiyle bir şeyden vazgeçilir. İster kendimize güvenimizden, ifade özgürlüğünden, sosyalliğimizden, istemekten, anlamdan, ister bizzat hayatın ta kendisinden vazgeçelim diyebiliriz ki, müzakere edilen anlaşmanın bilincinde olmasak da aklımızda bunun bir getirisi vardır. Herhangi bir fedakarlıktan ne istediğimiz sorusu tartışmaya değerdir her zaman. Konuşulması gereken şey fedakarlık ve huzursuzluklarıdır. Bir şeyi ya da birini bırakmamız, vazgeçmemiz, ne istediğimizi düşündüğümüzü daima ortaya çıkarır.

Dolayısıyla şunu unutmamamız gerekir ki vazgeçmek, binbir türlü̈ haliyle, başka her ne ise, hediye vermektir aynı zamanda (ve bu hediye her zaman yukarı verilir, daha yüksek bir otoriteye verir gibi, asla aşağı değil). Kişinin bir şeyden vazgeçmesi, kendi varsaydığı menfaatinin, görünürde yeğlediği hazzın peşinden gitmesidir, ama çoğunlukla anlayamadığımız ve bütün ekonomilerde olduğu gibi, öngöremediğimiz bir ekonomide gerçekleşir bu takas. Sanki hayatımızın belli anlarında bize “Vazgeç!” ya da “Bırak!” emri verilir ve böylece müphem bir isteme, umma ve pazarlık hali başlar. Elimizden geldiğince fedakarlığımızın neticesini, bundan istediğimiz istikbali hesaplamaya çalışırız (misal, bir fedakarlığın yalvarış mı, zorlama mı, yoksa ikisi de mi olduğu, manipülasyon mu, hazin bir teslimiyet mi, yoksa ikisi birden mi olduğu hiçbir zaman açık seçik belli değildir). Sanki hayatımızın belli noktalarında belli insanlara ya da kendimize ulaşabilmek için, kendi istediğimiz hayata ulaşmak için ne yapmak zorunda olduğumuzu soruyoruz. İstediğimizi düşündüğümüzde şeyi kazanmak için neyi kaybetmek zorunda kalacağımızı soruyoruz. Kimi zaman, ne istediğini bilebildiğini iddia eden ve ne istediğini bilmekten, bu istekleri nasıl tatmin edebileceğine dair iyi fikirlere sahip olmaktan başka bir şey yapmayı hayal edemeyen alimi mutlak bir hayvanın hareketleri bunlar elbette. Feda etmek, yani vazgeçmek, bir nevi öngörüdür.

Çocuklar bırakılıp evlatlık verilir, ordular savaşlarda yenildi mi silahlarını bırakır (teslim olur) ve ölürken ardımızda birilerini bırakırız. Bu alakasız örneklerin her birinde bir şey devredilir, gerekli bir anlaşma yapılır, bir noktaya ulaşılır, bir kriz yaşanır, bir takasa girilir. Bırakmak ve vazgeçmek, başarı ve başarısızlıkla ilgili olduğu kadar, geçiş ve dönüşümle de ilgilidir adeta (vazgeçme fikri ahlak dersi çıkarmak için birebirdir: Vazgeçmek bir seçenek olduğunda değerlendirmeye asla direnemeyiz). Olduğumuz halimizle yola devam edemeyeceğimize inandığımızda vazgeçer ya da bırakırız. Dolayısıyla vazgeçmek her zaman, biz hafife almaya ne kadar teşne olursak olalım, kritik bir andır. Ama bir girizgâh, başka bir şeyin olmasının önkoşulu, bir tür beklenti, bir nevi cesaret kabilinden vazgeçmek, bir arzunun ölümüne işaret eder; başka arzulara da alan açabilir bu yolla. Diğer bir deyişle vazgeçmek, farklı bir gelecek kurma çabasıdır: Elbette, eylemlerimizin sonuçlarının niyetlerimizle orantısız olabileceği bilgisi dahilinde (vazgeçmek hem bir risk hem bir öngörüdür aynı zamanda).


*Bu yazı, Adam Phillips’in Vazgeçmek Üzerine adlı kitabının önsözünden seçilmiş bir parçadır. Elif Ersavcı’nın çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan yayımlanan kitaba buradan erişebilirsiniz.

Kaynak: vesaire

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz